19.03




İnsanoğlu doğdu ve topraktaki akasyalar  küflendi. Ve sen doğdun ki; yeryüzündeki tüm topraklar yenilenmek için ayağıma serildi. İnsan zor ve sancılı dönemlerden geçerken kendinden hep daha kötü olandan ibret alırmış ve yine düştüğü vakit acısından çok düşüşüne dert yanarmış. Sonsuz güzelliklerin içindeyken sonu arar, aradığında ise yok olmamak uğruna savaşırmış. İnsanı hayata bağlayan aslında su değilde suya olan muhtaçlığını bilmekmiş. Zaten öğrenmediği hiç bir şeye baki kalmaz, hayatını bağlamazmış. Nefes alabilmek pek mühim değil önemli olan nefes alamazsa öleceğini biliyor olmakmış. İster tepsi ister bir öküzün boynuzunda dikili olsun Dünya,  insan altın  tepside de sığdır, boynuzun tepesindede.  Tesadüfün olduğu şeye kader demeye bayılan, kaderi ise bile isteye tesadüfe bağlayanın tıpkısıymış. Çünkü; yaşıyor olmak bir tesadüf ise kaderin saydamlığı korkutur insanı ve aynı şekilde yaşamak bir kader işiyse tesadüfler öldürür insanı fakat konumuz bu değil. Bugün bizim konumuz, sen doğdun ki nefes alamıyor olmak mühim değildi çünkü yaşayacağımı bilmenin eminliği beni beslerdi. Sen doğdun ki; bulutlar kurak topraklara merhamet eyledi. Yağmur bir cesede yağarken de yağmurdur, çiçeklerin filizlenmesini sağlarken de.

Sen doğdun ki; tüm nehirler ve okyanuslar yanlızca çiçeklere yağdı. Çöldeki kızgın kuma yansıyan Güneş, donmakta olan bir kadına yansıdı. İşte o vakit dört mevsim kendinden utanır oldu, alev ateş yangınların ortasında esen rüzgar oksijene muhtaç bir ülkenin adı bilinmeyen tepelerine kondu.

Sen  doğdun ki; kara bulutlar gökyüzünden firar edip,  muhtaç tarlaların birinde saç dipleri terli ufaklıklara gölge oldu.  Ve sen doğdun ki; ben anladım nefes almaya değil almamaya muhtaç olduğunu insanlığın. Sadece kendime öğütledim doğduğun günün evrendeki yaradılışa bir tepki olduğunu.

''Sen doğdun ya, bırak onlar öküzün boynuzunda ya da evrenin en uç noktasında  yaşasınlar bu Dünyayı, biz ise mevsim olup yağarız ya da kim bilir, zaman olup akarız .''

Yorumlar

Yorum Gönder